Lilypie Kids Birthday tickers

28 Aralık 2009 Pazartesi

AZICIK FELSEFE

Hayat ne kadar uzun,ne kadar kısa....
Hayat ne kadar sahte, ne kadar gerçek...
Hayat ne kadar tatlı, ne kadar acı...
Hayat ne kadar anlamlı, ne kadar anlamsız...
Hayat ne kadar yaşanası, hayat ne kadar çekip gidilesi...
.................
Ahhhh hayat ahhhh...
................
Şu haber bültenleri beni ne kadar yorar oldu. Yaşlandıkça ağırlaştı mı yükümüz,çöktü mü omuzlarımız, tükendi mi sınırsız tahammülümüz bilemiyorum. Yoksa dünyanın da mı gücü kalmadı,tüketti hepsini.
Bakıyorum bir yanda yediği yemeğe binbir türlü kulp takan insanlar, bir yanda açlıktan perişan olanlar;diğer yanda hastalıktan kıvrananlar,ilaç,hastane eziyeti çekenler, vatan için çalışanlar,ÖLENLER.....bir yanda vatan haini olanlar....
Bir yanda herşeyin ama herşeyin sahtesini üretenler...
Şöyle bir bakınca sahte rakı,imam,doktor,sahte süt, meyve, sahte ilaç.... ne bileyim akla gelen ne varsa.
Öyle yorucu ki.
Bu namussuzlukları yalan dolanları ihanetleri hainlikleri dışardan izlemek varolduklarını bilmek bile yorucu.
....
Hani herşey güzele gidecekti?
Türkiye kendi kendine yetebilen bir tarım ülkesi olarak tanımlanırken, köylü milletin efendisi iken, ektiğine diktiğine güveniliyorken.... herşeyin sanayileşme ile birlikte daha iyiye gideceği refah seviyesinin artacağı söylenirdi.
Artık Türkiye kendi kendine yetebilen bir tarım ülkesi değil, sanayileşme hızlandı,gelişti.
Köylerde bile tarım ürünleri marketlerden alınır oldu. Her evde televizyon,telefon,internet v.s teknolojik donanım var. Hatta herkesin birey olarak bir evi var.
Annelerimizin anneannelerimizin anlattığı eski usul eltilerin ve kayınvalidelerin aynı evde yaşadığı dönem çoktaaan bitti.
Bırakın aynı evde iki elti yaşamayı artık birey olarak herkesin ayrı bir evi var.
........
Eskiden herkes aynı evde, aynı sofrada, aynı çanakta yemek yerken, aynı telefonu paylaşırken gelişen teknoloji herkese bir telefon,herkese bir ev, herkese birey olarak bir araba verirken neleri aldı götürdü?!
...
Teknolojiyi arada kaybetmek güzel olurdu çocukken elektrikler kesilince. Evde güzel bir hava olurdu. Elektrik olmayınca televizyon yok. Güzel bir sohbet başlardı en derininden, en tatlısından.
Gölge oyunları oynanırdı mum ışığında...Herkes biribirine daha yakın oturur,daha samimi olurdu:)
Ve bir anda elektiriğin gelmesiyle büyü bozulur herkes yine televizyondan iki yanını görmez olurdu.
Şimdi o günleri bile arar olduk.
Bilgisayar televizyonlu günlerde kalan minik boşlukları da doldurdu. Bize kalan ne bilmiyorum.
.........
Tabi bu akışın önünde durmak kendini soyutlamak mümkün mü, değil. Ama arada bir geçmişle bugünü ve geleceği kıyaslayınca çok yorgun hissediyorum kendimi.
....
Bazen dümdüz yeşil bir alanda karmaşadan uzak derin bir tefekküre dalmak hiiiiiç buralara gelmemek istiyorum. Bazen bir yağmur damlasının yere düşüşünü izlemek,bazen bir ağacın mevsimler boyu yaşadıklarını resmetmek, akan berrak suların içinde kaybolmak istiyorum.

Ahhh bazen ruhumu dinlendirmek içimdeki tüm kötülükleri geçmişte,hatta hiçlikte bırakmak iyilikle dolmak iyi olmak istiyorum.
.....
Arada bir bu dünyadan ve hayattan kısa bir mola istiyorum:)

18 Aralık 2009 Cuma

İN THE ARMY NOW!


Hüznün ağırlığı çöktü omuzlarına önce. Eller öpüldü, dualar edildi, yürekler buruk... Son bir bakışla sıcacık BABA OCAĞINI süzdü. O sert bakışlar yumuşadı,masum bir bebek oldu sanki.İnanılmaz bir nur sardı yüzünü... Boynundan çıkarıp al bayrağı sonraki yolcuya devretti.Gururla okudu İstiklal Marşını. Gözyaşları sel oldu,yürekler çoştu.

......

Bir an durdurmak istedim zamanı,geriye döndürmek belki. Hayat kaynağımızın hayatta olduğu günlerden birgün olsun istedim gidişi.

.........

GİTTİ.

Kalbimden yüreğimden ciğerimden bir parçayı da alarak GİTTİ. ..

Rabbim sağsalim dönüşünü görebimeyi de nasibetsin. İyilerle ve iyiliklerle karşılaştırsın.

ALLAH KAVUŞTURSUN bizi... ve tüm ayrı kalanları. CANIM KARDEŞİM ASKERLİĞİN HAYIRLA BAŞLAYIP HAYIRLA BİTSİN İNŞALLAH.

(Uzun zamandır uzak kaldığım blog arkadaşlarıma sevgiyle...)

1 Kasım 2009 Pazar

FARMVİLLE

Son günlerde beni benden alan, içimdeki çiftçiyi açığa çıkaran, bahçe özlemimi sanal da olsa hafifleten oyun...

Nasıl başladım nasıl oldu bilemiyorum ama oldu.

Çok zevkli.

Sanal ortamda çilekleriniz dakika dakika büyüyor, yetişiyor, satıp para kazanıyorsunuz.


Paranız arttıkça bahçeniz genişliyor filan, gerçekliğe yakın olması bağlayıcı oluyor.

Uygulama facebookta oynanıyor.
Eğer ilgilenen varsa NEİGHBOR (komşu) olabiliriz:)

Dünyada da ahirette de iyi neighborlar dilerim herkese.(Malum ev alma neighbor al demişler......)

24 Ekim 2009 Cumartesi

TÜRK SANAT MUSİKISİ:)

Üstelik gitar eşliğinde:)

....................
Seminer döneminde okulda çekilmiş bir fotosu YAVRU KUŞUN.
..................
Nar tanem nur tanem bir tanem azcık hasta oldu. Burun akıntısı ve öksürük vardı, şimdi daha iyi çok şükür.
.................
Eve geldiğimde kapı açılınca ÇOOOOOOK ÖZLEDİM diye koşan bir bekleyenimin olması hem çok hoşuma gidiyor, hem de içimi burkuyor.
.
Geçen sabah 6:45 gibi evden çıkarken arkama dikilmiş sessizce: ANNE BENİ DE DÖTÜR demez mi?
.
Oyyy oy içim eridi. Ne zor bu ayrılıklar...
Nereye gidiyorsun, gitme aşamasını geçti anladı ki annenin kalacağı yok bari o da gelsindi. Yavrucuğumun bulabildiği çözüm.
................................
Burak:
_ Bak baba bak annem ne yapmış?
Baba:
_Ne yapmış oğlum?
_Köftenin içine çiçek koymuş.
(Çiçek dediği de maydanoz)
..............................
Eve yorgun ve uykusuz gelen annenin kanepede gözleri kanlamış bitkin olduğunu gören Burak:
_ Anne annneeee ağlama, üzülme.
_Ağlamıyorum oğlum.
_Ağlıyorsun işte bak gözün ağlamış. Ama ağlamasana.
_Tamam ağamıycam annem.
(teselliye devam)
_Ben seni hiç bırakmıycam annecim, hep yanında olcam, tamaaaam mı?
...............................
Babasını uyandırmaya ikna edemeyen Burak annesini uyandırıp kaldırınca:
_Bak baba annesi çok akıllı bak nasın kalkıyo gördün mü nasın kalkıyo?
..............................
Akıllı mı fedakar mı?
Tüm akıllı annelere sevgiyle.....

15 Ekim 2009 Perşembe

YAZIK DEĞİL Mİ BU AYAKLARA?


Bu ayakkabıları ilk gördüğümde içim bir tuhaf oldu. Sanki yaratık gibi. Resimden dolayı değil sadece şekli itibariyle de öyle genetiğiyle oynanmış hormonu yiyecekler gibi.
Ayyy valla bunlarla yürüyenlere ne demeli bilmiyorum yazı bile az kalıyor...

Ay hele şu şıklığa bir bakın. Çok severim ince topuk sivri burun zarif ayakkabıları. Ancak bizim gibi uzun süre ayakta kalan(okulda) bayanlar için pek uygun değil. Daha doğrusu biraz yorucu.





Ahh bu da rahatlığın zirvesi: King paola kimalı ayakkabı. İki sene önce tanıdım kendilerini. Klima özelliğini pek farkedemesemde yumuşacık ve çok ama çok rahatlar. Uzn süre ayakta olanlara kesinlikle tavsiye ederim.



Hem rahat hem şık olmak adına atılmış bir adım, dolgu topuklar.
Bu tarzla Kadıköy salı pazarında tanışmıştım. Sonraları bulmakta zorlandım ama son günlerde pek yaygınlaştı.
Yalnız yükseklik olarak yine de ayakları biraz yorabiliyor. Denge açısından kolaylık sağlıyor tabi.




Ah bu da benim Trakyalı yanıma hitap eden bir model. Üç kuruş fazla olsun kırmızı olsun diyorsanız eğer...
Gelin ayakkabım da dolgu topuktu.
Hem boy açısından da kurtarıcı oluyor.
O ilk fotodaki çılgınlara duyurulur:)



10 Ekim 2009 Cumartesi

MUZİP BİR YAVRU KUŞ

Canı yorganaltı oyunları oynamak isteyen Burak:
_ Anne beni ölt, çok üşüyolum.
(Kaale alınmadığını görünce)
_Gelçekten bak çok üşüyolum. Hastacık olcam şimdi gölcen.


_Hala öltmedin anne, anneeee.
_Anneeee öltsene üstümü.




_Anne bak ayaklalım BUŞŞ olmuş, dondum ben.
(Temmuz ayında böylesi laflar eden oğluna inanamayan anne dayanamayıp Yavru Kuşun ayaklarını eller. Ama olan olmuştur iki fingirdek artık yorganın altındadır. Çünkü hava çoooook soğuktur....... :) :) :)

5 Ekim 2009 Pazartesi

BURAK MISIR SEVER



Mısır tarlasına heyecan ve merak içinde gidilir.
Acaba mısırlar olmuş mudur?
İlk olarak test edilir olmuş mu diye. Nasıl mı, üstündeki kat kat kısım püsküllerinden aralanarak bakılır. Eğer tane tutmuş sararmaya başlamışsa ne ala.
Közlenmiş mısır, küllü mısır, haşlanmış mısırdan en çok haşlanmışını severim.
Aaa bir de patlamış mısır vardı, ona da bayılırım.
Burak yavru kuşusu da çok seviyor mısırı.
İçinde dolaştığımız bu tarladaki mısırlar henüz olgunlaşmamıştı, yeni yeni tane tutmaya başlamıştı(fotonun çekildiği tarih yazın başları tabi)
Daha tam olgunlaşmasalarda bir kaç tane bebeler için toplandı.
Tanesizde olsa bayıla bayıla kemirdi durdu yavru kuşusu, minik kuzusu.
.
.
.
.
.
Yaa bir konuda yardıma çok ihtiyacım var: Bloga yeni birşeyler eklemeye çalışıyorum da. Daha doğrusu HTML diye bir yer varya oraya bir kod.
Nasıl yapıcam?
Kopyalayıp o sayfada nereye yerleştiricem?
Çok denedim ama yapıştırdıktan sonra ya kaydetmiyor ya da kaydetse bile sayfada görüntülenmiyor.
Sanırım yanlış bir yere yaıştırıyorum.
Nasıl yapılmalı? Nereye yapştırılmalı?
Lütfen bir bilen vardır diye umut ediyorum.
Sevgiler

30 Eylül 2009 Çarşamba

Son Günlerde ...

Burak YAVRU KUŞUSU pek fotoğraf çektirmekten hoşlanıvermiyor.

Zoraki gülücükler atıyor.

Hatta bununla da yetinmeyip KOMİK YAVRU KUŞUSU oluyor:) :)
...........
Yavru Kuşun Annesi Anne Kuş Yasemin ne yapıyor derseniz:
*Amaneyn amaneyn sabahın erken mi erken saatlerinde önüne değil suç işlemiş te arkamdan gelen var mı dercesine arkasına baka baka tırsak tırsak yolara düşüyor.
Valla kazara biri "şişt" dese yagarayı basıvericek.
*Kapı önünde, bahçede, pencere önünde, kapı ardında, kapı deliğinde öğretmeni dinlemekle olmaz, buyrun sınıfta sene boyu beraber ders işleyelim diyecek kadar genişliyor.
* Artık insanlıktan anlamayan idari kesimin ulvi bireyleri ile iletişimi ROBOTLUK boyutunda hissizce sürdürüyor.
* Biricik tazecik mis kokulu çiçeklerini sınıfta nadirende olsa onu sessizce defterini kitabını açmış bekler bulunca ruhu huzura eriyor, yüzü gülüyor.
* Hiç anlamadan geçen ders saatleri sonunda uykusuzluk dışında diğer okul günlerine nazaran daha az yoruluyor olduğuna şükrediyor.
*Defterlerini şeffaf kaplıkla kaplamayıp saatlerce hangi kitabın hangi derse ait olduğunu anlamaya çalışan öğrencilerine ŞEFFAF KAPLIK ŞEFFAF KAPLIK ŞEFFAAAAAF KAPLIIIIIK diye besteler yaparak bezdirmeyi düşünüyor.
*Bir de okulda da evde olduğu gibi heryeri incik boncuk dantelcikle süsleyerek kendisini Derya Baykal'ın Şişli Şube sorumlusu sanıyor.
(Sınıftaki boncuklu köşelerden bir iki foto eklerim birgün:)
*Bir de (Allaha çok şükür, Rabbim bugünümüzü aratmasın, doktorumuzu hastanemizi eksik etmesin ama...) bir ayağı hastaneden çıkmıyor.
Yarın da birkaç tetkik için hastane yolunda olıcak.
Aman hastalık bir sıkıntı okuldan sevk almaya gitmek aYrı bir sıkıntı. Şuna bir çare bulunsa çok sevinicez Nİ.MET HANIM:)
Neyse kalın sağlıcakla, tüm hastalara şifalar dertlilere devalar diliyorum.

28 Eylül 2009 Pazartesi

ARTİSTİMDEN KÖY MANZARALARI

Bakmaya doyamadığı "muuları"...
Ali Baba'nın çiftliği şarkısında söyleye söyleye bıkmadığı "muuları"...
Kocaman kocaman diye sıfatlandırdığı "muuları"...

Burakla aynı yaşta olan Burak'ın çamı.

Burak ağacını geçti şimdilik:)

Tadına bakmadan da olmazdı yani:)

16 Eylül 2009 Çarşamba

DÜN İTİBARİYLE...

28 Yıldır bu dünya üzerindeyim, şükürler olsun.
.
15 Eylül'de açmışım dünyaya gözlerimi.
.
Okulların açılış günüymüş.
.
Hem Eylül hem okul kızı olarak gelmişim dünyaya.
.
Edirne'de güne bakanların hasatı, bağların sarı yapıncaklarını sunduğu günlermiş.
.
Evin ikinci kızı olarak doğmuşum.
.
Güzelliğim görenleri şaşırtmış.
.
Çok uslu ve sevimli bir bebek imişim.
......
Yıllar yıllar boyu anneciğim benim için "En yavaş, en uslu evladım" diye övgüler düzmüştür.
.
.
Hayat sahnesinde güzel günler görmek güzellikler yaşamak nasiboldu çok şükür.
.
Ama son yılların en huzurlu günlerini(maşallah) yaşıyorum.
.
Bu güzel günleri yaşayabildiğim için çok şanslı hissediyorum kendimi.
.
Rabbim herkese huzur ve mutluluk versin.
.
.
E benim de ufak bir sorunum var şu üstteki güzelliklere hayır diyemiyorum:)


14 Eylül 2009 Pazartesi

Hiç Bilebilir Miydim?


Bir bebek beklerken bendeniz yaklaşık 3 yıl önce böyle hareketli, heyecanlı, kıpırdak bir YAVRU KUŞUM olacağını bilebilir miydim?
EVET.
Çünkü benim gizli güçlerim var.
Geleceğe yönelik bilmek istediğiniz herşeyi bana sorabilirsiniz.
Hiç yanıldığım görülmedi.
Kesin ve güvenilir sonuçlarla tahminler yapıyorum emin olunuz:) :) :)
.
.
Hiç bilebilir miydim?
EVET.
Çünkü daha o günlerde küçücük alanda büyük işler yapıyordu YAVRU KUŞUM.
.
.
Ama varsa geleceğe dair meraklarınız SORUN SÖYLEYELİM:)

13 Eylül 2009 Pazar

Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar


Bu öykü Malkara köylerinden alınmış olup belli bir kişinin dilinden yazıya geçirilmiş değildir.


Çevrede herkes tarafından bilinen bir öyküdür.

Söylentiye göre, çok eskiden köyün birinde Zeynep isimli çok güzel bir kız vardır. Onaltıya yeni bastığında Zeynep'i köylerindeki bir düğünde aşırı (yabancı) köylerden gelen Ali isimli bir genç görür. Ali Zeynep'i çok beğenir ve köyüne döndüğünde kızın babasına hemen görücü gönderir. Zeynep'i Ali'ye verirler. Kısa bir zaman sonra düğünleri olur.

Ali, Zeynep'i alıp aşırı köyüne götürür.

Zeynep'in gelin gittiği köy ile kendi köyü arası üç gün üç gece çeker. Bu kadar uzak olduğundan dolayı Zeynep, anasını babasını ve kardeşlerini tam yedi yıl göremez.

Bu özlem Zeynep'in yüreğinde her gün biraz daha büyüyerek dayanılmaz bir hal alır.


Köyün büyük bir tepesinde bulunan evinin bahçesine çıkarak kendi köyüne doğru dönüp için için kendi yaktığı türküyü mırıldanır ve gözleri uzaklarda sıla özlemini gidermeye çalışırmış.


Oysa kocası, Zeynep'in bu özlemine pek aldırış etmez. Kaldı ki eski sevgisi de pek kalmadığından kendini fazlaca horlamaya, eziyet etmeye başlar. Sonunda bu özlem ve kocasının horlaması Zeynep'i yataklara düşürür. Gün geçtikçe hastalığı artan Zeynep'in düzelmesi için, köyden gelip gidenler de anasının babasının çağrılmasını salık verirler. Başka çare kalmadığını anlayan Zeynep'in kocası da anasına babasına haber vermeye gider.


Altı gün altı gecelik bir yolculuktan sonra bir akşam üstü Zeynep'in anası babası köye gelirler, Zeynep'i yatakta bulurlar. Perişan bir halde Zeynep hala türküsünü mırıldanmaktadır. Aynı türküyü anasına babasına da söylemeye başlar.

Çevresindeki bütün köy kadınları duygulanıp göz yaşı dökerler. Annesi fenalıklar geçirir ve bayılır. Zeynep hasretini giderir, giderir ama artık çok geç kalınmıştır. Bir daha onmaz, sonu ölümle biter. Herkes Zeynep için göz yaşı döker. İşte o gün bu gündür bu türkü ayrılığın türküsü olarak söylenip durur.



Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar

Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler

Annesinin bir tanesini hor görmesinler

Uçan da kuşlara malum olsun

ben annemi özledim
Hem annemi hem babamı ben köyümü özledim

Babamın bir atı olsa binse de gelse


Annemin yelkeni olsa uçsa da gelse

Kardeşlerim yolları bilse de gelse

Uçan da kuşlara malum olsun

ben annemi özledim

Hem annemi hem babamı ben köyümü özledim



Kaynak:Türk Halk Müziği ve OyunlarıSayfa 164Cilt1 Sayı4 Yıl1 - 1982

10 Eylül 2009 Perşembe

MUTLULUĞUN RESMİ...

Oyy oy.
Kim çizmiş çizebilmiş ki ben çizeyim .
(Ama Yavru Kuşum fotoğrafta çizmiş bir kısmını mutluluğa ait olan resmin)
Yıllar önce stajyer öğretmen iken ben bir usta öğretici hanım bize soruyor "mutluluk nedir?" diye.
Her arkadaş bir iki kelam ediyor. Benden didaktik bir tanım: MUTLULUK BELİRLENEN HEDEFE ULAŞMAK.
Arkasından herkeste bir duraklama dönemi. Usta öğretici de durup düşünüyor , o da tanımı çok beğenip "Sanırım en doğru tanım bu." diyor.
İlerlemek üzere başka bir konuya geçmeye hazırlanırken stajyer arkadaşlardan biri itiraz ediyor:
_Ya belirlenen hedef yanlışsa. Bunu sonradan farkedersek.
Usta öğretici konuyu uzatmamak adına "yok önceki tanım yeterliydi" deyip geçiştiriyor.
Ben kararsız kalıyorum.
......................
Vee şimdi bugün anlıyorum ki HAKLIYMIŞ.
Belirlenen her hedef insanı mutluluğa götürmüyormuş.

Doğru hedefler ve doğru kararlarla hayatta mutluluğu yakalayabilmek ümidiyle........

8 Eylül 2009 Salı

CİLVELİ HANIMLARDAN SONRA....

Cilveli kahve....
.
.
.
Kahveyi çok severim bendeniz.
.
.
Korda pişirirdi ninem kahveyi. Harika olurdu.
Telvesini yemeyin karakız olursunuz uyarılarını hiç kaale almazdım zira ben sarışın bir Trakya kızıydım nasıl karakız olabilirdim ki.
.
.
Ben neskafeden, kapiçinodan..... daha çok severim Türk kahvesini.
.
.
Ama cilvelisini hiç denemedim. Çok ta merak ediyorum.
.
.

(netgazete.com'dan)
Manisa'da öğütülmüş bademle servis edilen ve ''cilveli'' adıyla bilinen Türk kahvesi, patentle koruma altına alındı.

Manisa'nın tarihi ve turistik mekanlarından olan Yenihan'da kafe işletmeciliği yapan Tamer Çipiloğlu, kent kültürünün ilginç tatlarından olan, ancak unutulmaya yüz tutan cilveli kahveyi tekrar canlandırmaya çalıştıklarını söyledi.

Manisa'da eski dönemlerde gelinlik kızların, eve gelen görücülere cilveli kahve yaptığını belirten Çipiloğlu, şöyle dedi: "Cilveli kahve, sunumu ve tüketiliş şekliyle diğer kahvelerden ayrılıyor.

Fincana dökülen bol köpüklü Türk kahvesinin üzerine çifte kavrulmuş, öğütülmüş badem ve iki çeşit baharattan oluşan karışım dökülüyor. Kahvenin yanında bir kaşık veriliyor. Kahve içilmeden önce bademler yeniyor. Ardından kahve içiliyor. Köpükle badem ezmesinin karışımı özel bir tat oluşturuyor. Dövülmüş bademin kahvenin dibine çökmemesi için mutlaka çifte kavrulmuş olması gerekiyor.''
.
.
.
.
KAHVELİ SÖZLER:)
Uyku yorgansız kahve dumansız olmaz.
.
Dumansız kahve imansız Türk’e benzer.
.
Kahveyi gece kadar siyah, cehennem kadar sıcak ve kadın kadar tatlı içeceksin.- Kolombiya atasözü
.
Kahvenin kahve olabilmesi için, aşk gibi değil, ölüm gibi acı olması gerekir.- Bir arap söylemi
.
Şeytan kadar kara, cehennem kadar sıcak, cennet kadar güzel, aşk kadar tatlı.
.
Gönül ne kahve ister, ne kahvehane, gönül sohbet ister, kahve bahane.
.
Kahve, tütün, keyifler oldu bütün.
.
Kahvenin yüzü kara, ama yüz ağartır.

(kahvekeyf.com'dan)
.
.
.
Vee bir de kahveli güzel hikayemiz var bilinen.(netten)
.
.
.
Kiza bir partide rastlamisti..
Harika birseydi. O gün pesinde o kadar delikanli vardi ki..
Partinin sonunda kizi kahve içmeye davet etti.Kiz parti boyu dikkatini çekmeyen oglanin davetine sasirdi, ama tam bir kibarlik gösterisi yaparak kabul etti.
Hemen kösedeki sirin kafeye oturdular.
Delikanli öyle heyecanliydi ki, kalbinin çarpmasindan konusamiyordu.

Onun bu hali kizin da huzurunu kaçirdi.. "Ben artik gideyim" demeye hazirlanirken, delikanli birden garsonu çagirdi.."Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi.. "
Kahveme koymak için.."Yan masalardan bile saskin yüzler delikanliya bakti..Kahveye tuz!..Delikanli kipkirmizi oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye basladi.

Kiz, merakla "Garip bir agiz tadiniz var" dedi..

Delikanli anlatti:"Çocukken deniz kenarinda yasardik. Hep deniz kenarinda ve denizde oynardim. Denizin tuzlu suyunun tadi agzimdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadi çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadi dilimde hissetsem, çocuklugumu, deniz kenarindaki evimizi ve mutlu ailemi hatirliyorum. . Annemle babam hala o deniz kenarinda oturuyorlar.. Onlari ve evimi öyle özlüyorum ki.."Bunlari söylerken gözleri nemlenmisti delikanlinin..

Kiz dinlediklerinden çok duygulanmisti.Içini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmaliydi. Evini düsünen, evini arayan, evini sakinan biri.. Ev duyusu olan biri..
Kiz da konusmaya basladi.. Onun da evi uzaklardaydi.. Çocuklugu gibi.. O da ailesini anlatti. Çok sirin bir sohbet olmustu.. Tatli ve sicak.. Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel baslangici olmustu tabii..
Bulusmaya devam ettiler ve her güzel öyküde oldugu gibi, prenses, prensle evlendi.
Ve de sonuna kadar çok mutlu yasadilar.
Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kasik tuz koydu, hayat boyu.. Onun böyle sevdigini biliyordu çünkü..
40 yil sonra, adam dünyaya veda etti."Ölümümden sonra aç" diye bir mektup birakmisti sevgili karisina..

Söyle diyordu, satirlarinda.. "Sevgilim, bir tanem.. Lütfen beni affet. Bütün hayatimizi bir yalan üzerine kurdugum için beni affet. Sana hayatimda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.. Ilk bulustugumuz günü hatirliyor musun?.Öyle heyecanli ve gergindim ki, seker diyecekken 'Tuz' çikti agzimdan.. Sen ve herkes bana bakarken, degistirmeye o kadar utandim ki, yalanla devam ettim. Bu yalanin bizim iliskimizin temeli olacagi hiç aklima gelmemisti. Sana gerçegi anlatmayi defalarca düsündüm. Ama her defasinda korkudan vazgeçtim.
Simdi ölüyorum ve artik korkmam için hiçbir sebep yok..
Iste gerçek.. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat.. Ama seni tanidigim andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pismanlik duymadan. Seninle olmak hayatimin en büyük mutlulugu idi ve ben bu mutlulugu tuzlu kahveye borçluydum.

Dünyaya bir daha gelsem, herseyi yeniden yasamak, seni yeniden tanimak ve bütün hayatimi yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da.."

Yasli kadinin gözyaslari mektubu sirilsiklam islatti.
Lafi açildiginda birgün biri, kadina "Tuzlu kahve nasil bir sey" diye soracak oldu..

Gözleri nemlendi kadinin.."Çok tatli!.." dedi..
.
.
.
Herkese TUZLU KAHVE benden. (kırk yıl hatırım olsun diye:)

6 Eylül 2009 Pazar

BİR FOTOĞRAFA İKİ ÇİÇEK YETER

....demiştim ama....

Fondakiler ve ben...

2'yi aşmışız:)

28 Ağustos 2009 Cuma

DENİZDEN BİZE KALANLAR

Denizi çok seven Yavru Kuş bu sene daha bilinçliydi. Sudan geçen senede korkmamıştı ama bu sene daha da bir cesurdu.

Kumdan kalemizi de yaptık. Hatta kalemiz küçük bir savaşta büyük bir savunma sağladı:)

Kumları etrafa savurmak ta en ilginç ve eğlencel oyunlarından biriydi.




Gözlüğümüz de vazgeçilmezlerimizdendi tabi ki:)



Vee denize gittin mi Burak sorusuna ilk verilen cevap:
_Anne ben denizde LU LALA söyledim ama.


25 Ağustos 2009 Salı

SİYAH GÖZLERİNE BENİ DE GÖTÜR



Daha dokunmadan kurudu

İrem çöllere bir türlü yağamıyorum

Yeni bir koşunun başlangıcında

Biraz deprem sonrası

Biraz şehir hülyası

Bir kalp yangınından geriye kalan

Siyah gözlerine beni de götür

Artık bu yerlere sığamıyorum.


Pembe uçurtmalar yolladığından beri

Sarardı tiryaki menekşeleri

Sonbaharın tozlu kafeslerinde

Sevgi turnaları yakalıyorum

Turnalar gidiyor;ben kalıyorum

Avareyim,asudeyim,yorgunum

Bilmiyorum neden sana vurgunum


Erzurum garında banklar üstünde

Uyku tutmuyor karanlıkları

Yitik düşlerimi kovalıyorum

Gölgeler gidiyor;ben kalıyorum.



Binbir türlü kokuyorsa yaylalar

Siyah gözlerine beni de götür

Baharın koynundan koparıp

Sana ipek bir mendile sardığım yüreğimle

Şehzade gülleri gönderiyorum

Umutlar kalıyor;ben gidiyorum.



Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini

Kaptanları sorgulayan

Yanından geçen küheylanların

Korku tufanına yakalandığı

Siyah gözlerine beni de götür

Güneş ülkesinden gelen yiğitler

Benzeri olmayan bir dünya kursun

Cellat,ayrılığın boynunu vursun.



Usul usul intizarı çürüten

Bu hercai diken,bu çılgın arzu

Sürüklüyor imkansız muştuların

Eşiğine gönül vadilerini

Bir ağaçtan düşen yapraklar gibi

Düşüyorum tanyerine

Ya topla yaralı kırlangıçları

Ya da bu vefasız şarkıyı bitir

Özgürlüğe giden tutsaklar gibi

Siyah gözlerine beni de götür.


23 Ağustos 2009 Pazar

ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK

Çok bilinen bir hikaye ile başlıyor ama yazının devamı çok motive edici.

Bilge bir öğretmen öğrencilerini etrafına toplar ve
“ Şimdi herkes defterinin bir sayfasına yapamayacağını düşündüğü her şeyi yazsın” der.
Öğrenciler, düşüne taşına yapamayacaklarına inandıkları her şeyi sıralamaya başlarlar.
Nice zaman sonra çocuklar yazacaklarını bitirir.
Ve bilge öğretmen;
“Şimdi yazdığınız o sayfayı defterinizden yırtın ve masadaki bu kutunun içerisine atın” der.
Çocuklar büyük bir keyifle, o sayfayı yırtarlar ve kutuya atarlar.
Öğretmen kutuyu alır ve çocukları okul bahçesine çıkarır.
Bahçede küçük bir çukur kazar ve çocukların yazdıklarını o çukura boşaltır.
Ve ardından kâğıtları yakar. Kalan küllerin üzerini toprakla örterek gömer.


Ben bunu yapamam

Bu sınavı kazanamam.
Topluluk karşısında konuşamam.
Kilo veremem.
Yüzmeyi öğrenemem.
Araba süremem.
Spor yapamam.
Uçağa binemem.
Matematiğe kafam basmaz.
Kendi elbiselerimi kendim alamam.
Adres soramam.
Sizin listenizde neler olurdu acaba?
Oysa birisi bir işi yapabiliyorsa, siz de yapabilirsiniz.
Önemli olan, onun nasıl yaptığıdır.
Siz de aynı şeyleri yaparsanız aynı başarıya ulaşabilirsin.
İnsanlar arasındaki fark kapasite farkı değildir.
Kapasitelerini kullanabilme farkıdır.
Bunu da insanların inançları belirler.
Yani ne sizin için mümkün, ne değil.

Aynı şeyleri yaparsanız aynı sonucu alısınız.

Eğer bir işi bir defa denediniz yapamadıysanız ve bir daha yine eski stratejinizle denerseniz yine yapamayacağınızı garantilersiniz.
Ve sonuçta; nurtopu gibi bir öğrenilmiş çaresizliğiniz olur.
Bir defa topluluk karşısına çıkmış ve eliniz ayağınız birbirine dolaşmış; soğuk soğuk terler dökmüş ve bir an önce oradan kurtulmaya çalışmışsanız…
Bir sınava hazırlanıp sonuç hüsran olmuşsa…
Karnenizde 1’ler 2’ler kolkola girmiş kolbastı oynuyorsa…
Bu durumu iki şekilde değerlendirirsiniz.
1- Ben bu işi yapamam.
Bu çaresizliğin ta kendisi.
2- Bir şeyleri eksik ve yanlış yapıyorum galiba; eksikliklerimi tamamlayım, yanlışlarımı düzelteyim. Sonuçta bunu ben de yapabilirim.

Bu bakış açısı ise bir olumsuz deneyimi öğrenmeye çevirmedir.
Çünkü aynı şeyleri yaparsanız aynı sonuçlara ulaşırsınız.
Farklı sonuçlar için farklı şeyler yapmak zorunludur.
Çoğumuz, olumsuz deneyimlerimizi yaşamımızda bizi sınırlayan engeller olarak beynimize kaydederiz.
Çünkü geçmişten gelen beyin programlarımız, düşünce tarzınız otomatik pilota bağlanmış gibi bizi bu sonuca götür.

Orhan EFTAL- KÖŞE YAZISI

14 Ağustos 2009 Cuma

LU LA LA LU LA LA

Keyfin böylesi..................

Burak İsmail'den yeni bir albüm ve yeni bir şarkı.

Top 10 larda bir numero.

.......

......

......

Not: Neden pembe?

Büyüdüğünde ELİF ŞAFAK ablasının çıkacak olan pembe kitaplarını renginden ötürü okumama gibi bir gaflete düşmesin diye:) :) :) :)

11 Ağustos 2009 Salı

EVDE OLMAK SÜPER

(not: foto gelecekteki ben!)





Allahım Allahım evde olmak ne kadar güzelmiş meğer.



"YAŞIYORUM AHESTE" demek ne harikaymış



Tatilimiz bitti döndük.



Güzel miydi tatil? Elbette.



Çabucak geçti.



Evde olmaktan kastım işe gitmemek.



Dahası okulların açılması düşüncesi, hatta yaklaşan her gün kıyametin yaklaştığını düşünürcesine korkutuyor beni.



Neyse evde olmanın güzeliklerinden bahsedeyim .



En başta aheste bir hayat. AYYYY bu çok güzel ya. Bir yerlere yetişme zorunluluğu olmaması müthiş birşey. Zaten bu fikren insanı dinlendiriyor.



İşlerden bile zevk alıyorum bazen.



Süpürgeyi okşayarak süpürmeye başlıycam nerdeyse:)



Yemekleri de klasik müzik eşliğinde pişiricem:)



Çarşı pazar alışveriş desen en ahestesinden.

Aldıklarımın neredeyse üretildikleri yerlerin tarihçelerini bile okuycam.





Hayatımdaki en hızlı şeyYAVRU KUŞ.

Onun pek yavaşlamaya niyeti yok, doğuştan böyle, ayarları böyle yapılmış.

Canımmmm.



Tatilde çok rahattı, serbest.

Bahçeye serbestçe çıkması, börtü böcek herşey ONUN içindi. Mutluydu, mutluydum.

Ufak tefek hızından kaynaklanan düşmeler yaşasa da "YOK YOOOK"diye annesini teselli etti durdu.



Aheste hayatın bir güzelliği daha benim için gündüz uykuları oldu. Ne dinlendirici birşeymiş meğer.

10 dk sı bile yetiyor.



Hergün olmasa da arada uyuyabildiğim günler sanki pilim yenilenmiş gibi dinleniyorum.



Neyse çokgeç oldu, uyku demişken uykum geldi.



Felsefi tatil anıları ve aheste ev hayatımızın ARKASI YARIN.





SEVGİYLE

2 Temmuz 2009 Perşembe

DENİZ,KUM,GÜNEŞ....... TATİL!!!!!!!!!!!!!!

Yarın Allah nasip ederse tatile gidiyoruz.
Deniz, kum, güneş tamam da içimiz buruk, ağlamaklı ağlamaklı gidiyoruz tatile.
Bir yarımızı burda bırakarak.
Baba kuşa hain patrondan izin yokmuş. Hain mi hain ötesi bişey bu patron.
Neyse bakalım etme ve de bulma dünyası, hatta keser döner sap döner patron bey, ve hatta şu çitleyen reklemındaki ERSİN gibi birgün karşına çıkıverirsek senin görüverirsin.

Ayyy aslında çoook yazacak şey var ama bende zaman yokkiiiiiiiiii.
Koşturmaca koşturmaca geçen günler.

Birkaç gün önce misafirimiz vardı, seminer döneminde. Onlarla İstanbul turu yaptık en miniğinden. Onlar gitti bendeniz ipini koparmışçasına turlara devam.
Herbirinin sebebi vardı tabi, arkadaş ziyareti, alışveriş falan filan.

Neyseki bu son gün evden hiç çıkmadım ama ancak toparlandım.
Sayılır zira valiz hala yarım.

Neyse her insan evladına hayırlı bir tatil diliyorum, insan evladı olmayan, özellikle hain olan patronlar bu tatilde hemencecik ettiklerini buluversinler işşallah. AMİN AMİN AMİN

( Neyse gene tevbe diyelim belki kalbi sonradan yumuşar:) :)

Tatil anılarımızın ve ruhumuzun dingin bedenimizin dingin haliyle yeni sezonda görüşmek ümidiyle.....


ÖPÜCÜKLER SİZİN İÇİN...............

7 Haziran 2009 Pazar

MOTOR KEYFİ


Çok severim heyecanı macerayı ama şu ömrü hayatım boyunca anladım ki maceralı heyecanlı işler insanoğluna pek fayda sağlamıyor.
Kötü bir olay yok yanlış anlaşılmasın.
Asıl anlatmak istediğim motorlardı. Özellikle erkekler için hız tutkusu vazgeçilmez gibi görünse de sonu felaketlerle bitebiliyor.
Bu motor bizim yolda görüp sadece foto çekme amaçlı bindiğimiz bir motor. Ama Yavru Kuş bun lara hayran bayılıyor.
Canım benim....
Şimdilik motor keyfini sınırlandırıp engelleyebiliyoruz da gelecek günleri bilemiyorum.
Sevgiyle kalın

4 Haziran 2009 Perşembe

KUZEN MELİSA

(NOT:Foto geçen yaza ait şimdi güzelliklerimiz biraz daha büyüdü:) :) :) :)

Varlığından haberdar olup,kucağıma alıp,mis kokusunu aldığımdan beri sevgisine doyamadığım canparem,maviş gözlüm, güzel yüzlüm, iyi kalplim, tatlı dillim, zeki yavrum, çalışkan tatlım..... canımmmmmmmm..........Kuzen Melisa(benim yeğenim Burak'ın kuzeni)


Senin nezdinde tüm SBS öğrencilerine başarılar diliyorum.


Sen bizim göz bebeğimizsin.


Herşey için herkes için hayırlı bir sınav olmasını diliyorum.


Dualarımız sizinle............

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Burak'tan Son Havadisler


Çooook özledim aslında ben blog arkadaşlarımı hem de çoooook.


Ama hiç zamanım yok.


Bilgisayarın bir tuşuna bile dokunmaya zaman bulamıyorum.


Eskiye göre çok farklı bir meşguliyetim yok aslında ama hep yoğunum, neden ben de bilmiyorum.


Biraz da bilgisayardan kaynaklanıyor, çok yavaşladı neden bilmem. Format atınca düzelir mi acaba?


Yada virüs filan mı?


Bir de ben doktorların radyasyona dikkat çekmelerinden çok etkilendim sanırım.

Telefonla bile eskisi kadar çok konuşmuyorum.


Gerçi biz konuşmasakta yakınımızdaki o ağdan korunmak mümkün değil ama...


...................

Bunun dışında Burakım çok iyi şükürler olsun.Büyümeye devam.

Havaların ısınmasıyla gezmelerimiz de arttı.


Tonguçlara gittik geçen haftasonu cici evlerini görmeye. Siteleri bahçeleri çok güzeldi. Bahçeli bir evde çocuk büyütmek daha rahat görünüyor.


Ahmet Selim ve Annesini de görmek umuduyla kapılarını çaldık ama evde bulamadık.

Ayça önceden haber verecekti de benim gidişim kesin olmadığından haber veremedik. Böyle olunca da görüşme fırsatımız olmadı. Neyse kısmet belki başka sefere. (Ayça ile aynı sitede oturuyorlarmış ta...)



Burakım çok güzel cümleler kuruyor.


Okuldan gelince boynuma sarılıp özledim deyişi var ki çoooook tatlı ya.


Bir de dilinde "Portakal aldık, portakal aldık" diye bi cümle var, hiç vazgeçmiyor.

Ben ona pazardan ne aldık diye soruyordum, O da sayıyordu: "Portakal aldık, elma aldık....." diye.


Sanırım bu cümle ya da portakal sevgisi ağır bastı şimdi hep dilinde, portakal mevsimi geçiyor olsada biz her gün her an portakal alıyoruz.


Bana şirinlik yapmak istediğinde de aynı cümleye başvuruyor.


.................

Ayyy şimdi ben bu yazıyı yazarken de lazımlığına bebeklerini ayıcıklarını oturtup "ka.k.a" larını yaptırıyor.


_K.a.ka deldi mi?

_K. a.ka yaptı bebe.

_ K.a.ka yap ıkacam.

_ Bu yaptı, ayıcık ta yaptı.( yapanlar bir tarafa ayrılıyor)


................


İşte böyle benim minikim.

Eskiden daha çok koşar çoşardı şimdilerde biraz daha sakin. Hatta son zamanlarda çok fazla kucak düşkünü oldu. Azıcık yürüyüp hemen kucağıma almamı isityor.

Hatta almazsam önüme geçip oturuyor.

...................


Bir de ROCCO şekerleri çok seviyor.

Oğlum formuna çok dikkat ediyor sıfır şeker ya. ( bir de annesi edebilse :( :(


...................

Bir de yeni bebelerimiz var, minik minikler.
Domates, maydanoz, sarımsak, soğan.... ektik te. Çok zevkli bir iş.
Çiçeklerimize arkadaş oldular.
Çimlenmeleri büyümeleri çok güzel.
Canım sıkılınca hemen onların yanında alıyorum soluğu.
Keşke küçük bir bahçemiz olsaydı.
Ağaçlarımız olsaydı......
Ne güzl olurdu ya.


.......................

Son havadisler şimdilik bu kadar yakın zamanda yeni haberlerle görüşmek üzere.


Merak edip soran arkadaşlara teşekkür ediyorum.

14 Nisan 2009 Salı

AALAMA ANNE AAALAMA:(

Geçen hafta Perşembe günüydü.
Eve geldim.
Olağan iş trafiğinin arasında perdeler, pazar... vardı.

Nedense garip bir neşe ile şarkı söyleyerek perdeleri astım.

Benim bir huyum da sevdiğim şarkı sözlerini sevdiğim kişilerin adlarını kullanarak değiştirmektir.
Malum YAVRU KUŞUMUN sevgisi şüphe götürmez.

Bir taraftan perdeleri asıyorum, bir taraftan pazara da gideceğimi düşünüp telaşlanıyorum hafiften ve bir taraftan da YAVRU KUŞUMA "Suzan suziiii... " türküsünü "BURAK BURKİİİİ" diye kendi bestem ve güftemle söylüyorum.

Herşey çok güzel "BURAK BURKİİİİ" nameleriyle YAVRU KUŞ ta ritm tutup eğleniyor filan.

Anlık bir ses değişimi oldu, hani eskiden kasetçalarlarda kaset sarınca tuhaf bir ses çıkardı onun gibi. Ardından pat çat güüüüm.

V ee ağlamaklı bir ses "Ayağııııım" diye bağırdı.

................
Amaneyn ne olduğunuda kestiremiyorum; ayağıma birşey oldu, ayağıma birşey oldu diye bağırıyorum, ağlıyorum.

Bir anda ayağımın alt kısmına baktım, bir miktar açılmış, kanıyor.
Daha da çok ağlamaya başladım.

Bu arada ritm tutan "BURAK BURKİİİİ" de ağlamaya başlamasın mı. Napıcamı şaşırdım.
Arada ağlamayı kesip yanıma geldi "AAALAMA ANNE AAALAMA" diye teselli etti beni.
Canım yavrum benim, YAVRU KUŞUM benim.
Bir süre birbirimizi teselli ettikten sonra baba kuşu aramak aklıma geldi. Telefonu almak için ayağımın üstüne basamıyorum.
Neyseki YAVRU KUŞUM, can yoldaşım annesine telefonu getirebildi.

Baba kuş eve gelince okuldan arkadaşımın babası sağlık memuru ona bir pansuman yaptırsak yeter diye düşündüm ben.
Gittik ama Emin ağbi:"Belli olmaz kırık olmasa bile yine de alçı gerekebilir hastaneye gitmek en iyisi" diye uyarınca soluğu hastanede aldık.

.............
Offf....
Acil çok feci biryermiş. Hani Allah düşürmesin eksik etmesin sözünün tam karşılığı.
İki saniye içinde bir sürü olayla karşılaştık.
Bir ara ben kendi acımı bile unuttum.
.......
Neyse film çekildi, kırık çıkık türü bişey yok.
Üzerine basmamam için uyarıldı ve ayağımın ön kısmında oluşan açıklık için her gün pansumun önerildi.
Ağrı kesici ilaçlar verildi.
İlk gece eve gelince ben sabahı edemem diye düşündüm ama belki de ağrı kesicilerin etkisiyle de çok rahat bir gece geçirdim.

Üzerine basmadıkça oldukça iyiyim ancak üzerine basınca canım hala yanıyor.

.............
Hafta sonuyla beraber beş gündür dinleniyorum, annem de geldi ohhhh ne güzel bir dönem diycem nerdeyse ama yarın okul var.
Hiç gitmek istemiyorum ya.
..............
İşin bir ilginç tarafı da o gün okulda öğrencilerime bana 1Nisan şakası yaptıkları için hastalıkla ilgili bir şaka girişiminde bulunmuştum.(pek inandıramasamda)
Akşamı gerçek oldu.
Arkadaşlardan birine de keşke biraz tatil olsa dinlenmeye çok ihtiyacım var diye dert yanmıştım.

Tüm bunların ardından tuhaf bir tesadüf müydü bilmiyorum ama beş gündür anne refakatiyle evdeyim.

.................
Ayrıca güzel olan bişey daha vardı, arayan arkadaşlarım, öğrencilerim, velilerim......
Ayyyyyyyy sevilmek ne güzel şey.
Sevmekten de güzel.........
.......
Hasılı geride güzel anıları olan bir kaza olmasını ve kalıcı tek izlerin bu anıları olmasını temenni ediyorum.
Ve yanımdaki CANYOLDAŞIM, YAVRU KUŞUM için Rabbime şükrediyorum.

Herkese kazasız belasız günler diliyorum.

Sevgiler

6 Nisan 2009 Pazartesi

BURAK'TAN PAZAR LİSTESİ

_Annem pazardan ne aldık?

_Poooğtaka ağğdık. (portakal aldık)



_Başka ne aldık?



_ Bakkaş aaaama ağğdık.( Başka elma aldık.



_Buz aağğdık.(muz aldık)



_ Çiku ağğdık.( çikolata aldık. => Zaten onu almazsak olmaz)



_ Batades ağğdık.(Patates aldık.)



_ Limoo ağğma.( Limon alma.)

22 Mart 2009 Pazar

TÜNELİN AÇILIŞINI YAPTIK

Beşiktaş-Çağlayan-Bomonti bağlantılarını sağlayan tünelin açılışını Sayın Başbakanımızdan önce Burak İsmail bey namı diyar YAVRU KUŞ yapmıştır.

Bunu kendine bir görev değil bir sevgi sunumu olarak adlandırmaktadır Burak Bey.
Gerekli gözlem ve çalışamalarda daim bulunmuştur kendisi.
Dünyaya geldiği günlerde buralar sessiz sakin, hatta Şişlide olmalarına rağmen şaşılası derecede yeşildir.
İstediği gibi rahatça yürüme ihtimali bile vardır Burak Beyin.
Ancaaak günler günler sonra iş makineleri önce gecekonduları bir bir yıkmaya başlar. Burak Bey bu durumdan ilk bir kaç gün pek birşey anlamasa da ilerleyen günler yerini gürültü kirliliğine bıraktıkça uyku düzeni de bozulur Yavru Kuşun.
Hergün bir ev, bulut halinde yükselen tozlar...Anne Kuş ta durumdan şikayetçidir.
Yol yapım çalışmalarına bir de ANTHİLL eklenmesin mi?
Toz buluları ile neredeyse arkadaş olmak üzerelerdir artık.

Arada bir de TIR TIR diye asfaltı delen bir alet vardır ki işte o en can acıtıcı, sinir yıpratıcısıdır.
Tüm mahalle sakinleri tarafından bu makinenin yedi ceddine dualar okunmuştur....
Neyse ki aylar süren çalışmalar bitmeye yüz tutmuştur.
TIR TIRIN yerini aratmayan yeni makine ile tanışırlar.(aşağıda)
Kendisi bay TIR TIR kadar olmasa da rahatsızlık boyutu üst seviyededir.


Tüm bunlara bir de zavallı Anne Kuşun yol maceraları eklenir. Yol çalışması çamur deryasına dönüşmüştür.
Okula gitmek te gelmek te Ferhatın dağları delmesinden daha güç bir iş olmuştur.
Çamur deryası ile geçen ayların ardından bir gün yola konan tahta bir merdven zorunluluğu başlar, çünkü artık geçiş sınırlanmıştır.
Bir iki hafta içinde tahta merdiven macerası da zınk diye bir günde (seçim öncesi hız) gökten zembille inen bir üst geçiş ile sonlanır.
İnanılır gibi değildir olup biten ve değişen yolun hali.

Burak Bey son hali bir gözden geçirir.
Bu yolun yapımı boyunca yaptıklarını, çektiklerini düşünür.
Çooook emeği vardır.
Ama tarihin sayfalarında gizli bir kahraman olarak kalmayı tercih eder.
"Helal olsun Türkiyem"der.










17 Mart 2009 Salı

BAHÇESİNDE GÖKKUŞAĞI OLAN OKUL

... İşin ilginç tarafı okulun yakınlarında yeşillikten başka birşey göremiyor oluşumdu.

Acaba çocukların evleri neredeydi?
Uzaktan mı geliyorlardı?
Belki de taşımalı eğitim yapılıyordu.
Ben neden bunları öğrenmemiştimki.
Buraya gelmeden önce bilmem gerekirdi tüm bunları.

Şimdi de sormaya korkuyordum. Bu kadar güzel şeylerden sonra kötü şeyler duymamak için yine vazgeçtim tüm bu merak ettiklerimi sormaktan.
Okul konusuda zaten şansım hep yaver gitmiştir, hep dört ayağımın üstüne düşerim. (maşallah)

Ama daha önce bu kadar da şanslı olmamıştım hiç.

Bir ara denize doğru baktım. O kadar temiz o kadar duruydu ki su, dibini görebiliyordum.
Berrak suya baktıkça içim açılıyordu. Türkiyede değilde başka bir ülkede miydim yoksa ben? Yurtdışına mı çıktı tayinim nooldu?

Okulun adını da göremiyordum hala. Kapının üstüne başımı kaldırdım.

BAHÇESİNDE GÖKKUŞAĞI OLAN OKUL yazıyordu.

Haydaaaa!
Kumların üzerine baktım, tam da dalgaların vurduğu yerde rengarenk bir gökkuşağı vardı.

Allahım gerçekten çok çok çok güzeldi. Hiç bu kadar tatlı renkleri bir arada görmemiştim. Tam da hayalimdeki cennet.
Hatta bu kadarını hayal bile edemezdim. Ayaklarım yemyeşil yumuşacık çimlerin üzerinden kumlara sonra sıcacık sulara ve rengarenk gökkuşağına değiyordu.

Ruhumdaki huzur ile UYANDIM gördüğüm rüyadan.

NOT: Asıl güzellik görsellikte değil kalpte olmalı, okul, bina, kumlar ve hatta gökkuşağı bile bahane, kalbimizdeki renkler olmadıkça hiiiçbirinin anlamı yok. Tabi bu kadar gerçeği yaşayarak anlamış bulunuyorum bendeniz.
Mezun olduğum günlerde tayin beklerken gördüğüm bir rüyamdı çok etkilendiğim, hala zihnimde kalan.

Kalplerinize gökkuşağı gibi doğan rengarenk sevgiler diliyorum.

16 Mart 2009 Pazartesi

BAHÇESİNDE GÖKKUŞAĞI OLAN OKUL

.....
İlk tayin yerimin bu kadar da güzel olabileceğini hiç beklemiyordum doğrusu.
Hani o bahsedilen mahrumiyet bölgesindeki okullar, köyler, Tükçe bilmeyen çocuklar, çatısı akan, lojmanı olmayan, yolu suyu olmayan yerler...
Hiçbiri gibi değildi.

Ben mi çok şanslıydım yoksa anlatılanlar gerçek değil miydi?

Gözlerime inanamıyordum.
Yemyeşil bir yerdeydi okulum.
Üstelikte deniz kıyısında. Deniz kıyısı demek az kalır dalgalar okulun bahçesine vuruyordu. Burda ders yapmak ne ilginç tatil yapmak gibi. Okulun bahçesi plaj gibi; deniz, kum ve güneş.

Gözlerimi kaldırıp yukarı bakamıyordum bahçeye vuran dalgaları izlemekten. Güçlükle başımı kaldırdığımdaysa yeşilin her tonunu gördüm. Okulun çatısının üstünden bile ağaçların dalları sarkıyordu.

İçim huzur doldu. Herşeyi unuttum birden.

Öğencilerimi bile düşünemiyordum. Halbuki çevrenin en olumsuz haline bile kendimi hazırladığımı sanarak gelmiştim. Meğer o kadar da hazır değilmişim. Bu kadar etkilendiğime göre.

Gerçi bu cennet bahçesinden etkilenmemek çok zordu, hangi insan evladı bu muhteşem manzaradan etkilenmezdi ki.

Kısa bir süre sonra etrafımızda çocuklar toplanmaya başladı. Heyecanım git gide artıyordu. Beni beklediklerini anlatan sözler söylüyorlardı.
Bense herşeyi unutmuş şaşkınlıkla burda nasıl ders yaptıklarını soruyordum.
Onlar çok olağan bir şeymiş gibi alışkanlıkla cevap veriyorladı.

Ayaklarıma değen su beni daha da ferahlatmıştı.
Sanki bu muhteşem manzaraya bu güzelliğe birşey olacak kötü bir haber alacağım diye kimseye birşey sormadan sadece izlemek istiyordum.

ARKASI YARIN...

1 Mart 2009 Pazar

Yavru Kuşun büyüdüğünü nasıl anlarım?










Sevgili ve de çok değerli arkadaşımız GÜL hanımdan bize gelen bir mim var.
Cevaben;

Öncelikle Burakımın varlığını çok sevip değer verdiğim bir Hocamızın "Sende bir değişiklik var, güzellik var" sözüyle hissetmiş idim. (Etraftan daha başkaları da bendeki güzelliği farkederek aynı yorumu yapmaya başlamışlar meğer. Yavrum annesine güzellik katarak geldi)

Buna mukabil gelen bir çift çizgi hayatımın varlığından, kahramanımdan, Yavru Kuşumdan, can parçamdan haberdar olmamı sağlamıştı.
Yüz ifademi hiç unutamıyorum; içinde tüm duyguları barındıran ilginç ötesi bir ifadeydi.
Veeee Burakım dünyamızda.

  • Yumuk ellerin elimi sımsıkı kavradığı günlerin bitip, "Annem kalk diyerek" elimden bilinçli olarak tutuşundan,

  • "Annniiii" sözünün yerini alan "Annemm" sözünden,
  • Kaşıklarla biberonlarla yudum yudum süt içen gül dudakların artık bardaktan lıkır lıkır su,süt içebilmesinden,

  • Yatağında yatıp sadece sağa sola dönebiliyorken şimdi o minicik ayaklarıyla yürüyebilmesinden, hızlı hızlı koşabilmesinden,

  • Kurduğu anlamlı cümlelerinden ve tatlı sözlerinden,
  • Dişsiz o pembecik dudakların arkasından şimdi beliren bembeyaz inci dişlerinden,
  • Kısacık incecik yumuşacık ipek saçların yerine uzun daha sık pamuş şekillendirilmiş saçların almasından,
  • Önceleri sadece ışığa doğru yönelip tepki verirken şimdi ufacık ayrıntıları bile kaçırmayan, herşeyi farkedip tepkiler vermesinden,

  • Gördüğü kendinden küçüklere ;kendi çok büyükmüşçesine, en şirin sesiyle "Bebeeek" demesinden,
  • Dışarı çıkılacağını anladığında çekmecelerden çıkardığı elbiseleri dış kapının önüne koymasından,
  • Ayakkabılarını iki parmağının arasına sıkıştırıp taşıyabilmesinden,
  • Başka bir tarafa bakarken kendisine bakıldığını anlayıp alttan alttan bir bakış atmasından(gerçi bunu doğuştan yapabiliyor ya neyse:) :) )
  • O tombul parmaklarıyla sayıları sayabilmesinden,
  • Telefonla sürekli teyzesini arayıp annesinden habersizce sohbetler etmesinden,
  • Yatma zamanı geldiğini anladığında TV nin düğmesine basıp, ışıkları gösterip "kapa kapa" demesinden,
  • Duyduğu müziklerin ritmine göre dans edip, mırıldanmasından,
  • Çoraplarını çıkardığı zamanlarda ayaklarını gösterip "Buz omuşşş" demesinden,(biraz daha büyüdüğünde anne sen giyniyorsun ama demesinden endişe ediyorum doğrusu.Malum ben de pek çoraplı duramam)
  • Severek yediği yemekler için eliyle işaret edip başını iki yana sallayarak "nefiş nefiş" demesinden,

Yavrumun günden güne hızla büyüdüğünü anlıyorum.

Rabbim en güzel günlerini görmeyi nasibetsin.

22 Şubat 2009 Pazar

ARKADAŞIM SPIDER MAN

Fotolarımız yine müdavimi olduğumuz Cevahir Alışveriş merkezine ait.
Hiç dışarı çıkmamayı planladığımız, yine de dayanamayıp bir hava alalım dediğimizde kendimizi bulduğumuz ilk yer Cevahir oluyor.

Yavru Kuşun doğum günü kutlamaları için hepinize çok teşekkür ediyoruz.

Yavru Kuşum neler yapıyor nasıl derseniz; akıl almaz bir hızla ve tatlılıkla büyüyor. Son günlerimizin gözde oyuncağı arabalar ve oyunları da arabalar üzerine kurulu.

Iın ıııııııııığğğn diyen tatlı dilleri yememek çok zor oluyor, zor tutuyorum kendimi.


Bazen kendimi oğlumla beraber bir arabada Yavru kuş şoför mahallinde bende yanında ana kraliçe otururken hayallerin içinde bile buluyorum. İnşallah o günleri görmek te nasibolur.
......
Arkadaşımız spider man i incelemek, dokunmak güzeldi de, araba hareketlenince azıcık korktu Yavru Kuşum.
Arabalar ne kadar önemli imiş oğlan çocukları için meğer ben bunu şimdi anlyorum Burakla beraber.
.........Konuşmaları da çok hızlandı, hemen hemen herşeyi her kelimeyi söylüyor. Cümle kurma pek hızlı olmasa da kendini, derdini, sıkıntısını, sevincini anlatabiliyor.
Yanlız arada çok ıııı ıııı ıııı gibi sesler çıkarıyor. Sanırım bu konuşmak için yeterli kelimeleri bilemediğinden ve heyecanından kaynaklanıyor.
Ve çok fazla mişli geçmiş zamana yönelik konuşmalar yapıyor.
Tabi en başında "kığğğmış" "kığğılmış" var.
_Annemmmm kığğğğmış.
_ Ne kırılmış annem?
_ Düşmüş.
_ Ne düşmüş annem?
_ Düşmüş kığğğğılmış.
Geçen akşam koşuştururken odanın içinde yere düştü.
Yüz ifadesi acındırık acındırık:
_ Annnemmm düşmüşşş kığğğğılmış.
_ Nooolmuş annem?
_ Elim kığğğılmışşşş.
Allah gören de gerçekten eli kırılmış sanır. Hani düştüm acıdı of oldu filan diye birşey yok,"elim kığıılmış"



Bu arada okulumuz tam gün oldu.
İçim darlandı, sıkıldım, kırıldım, gitmek istedim,hevesim kırıldı........ derken ATLATTIM.
Bakıcının çocuğunun olması ve sabahtan onu bırakacak kimse olmayışı beni ve bakıcımızı da çok üzdü. bir gün beraber geldiler iyi oluyor aslında ama ikisinin bakımı zor. Çocuğun sabah erken uyanması zor oluyor. Burak onunla oynamak istiyor uyumuyor.
Okulda 4.sınıf okuttuğum için branş öğretmenlerinin dersleri boş oluyor, m.yardımcısından rica ettim sabah hiç değilse bir iki günümü sabah derslerini boş olmasını, yok ben öyle dememişim tam tersini yapmış.
Bir gün sabahtan boştu gitmiş onuda kaydırmış.
Nasıl sinir oldum tekrar konuşmaya gittim,bana:
_Yapmak zorunda mıyım? demez mi?
Allahım ne biçim tuhaf bir şey ya.
Tabi bu durumda denecek bir söz bulamadım.
_Hiç bişey yapmak zorunda değilsiniz tabi ki deyip çıktım.
Bu durum beni daha da üzdü. Keşke onu muhattap görüpte böyle bir konuşma yapmasaydım.
Geçen hafta bir iki gün kafamı kurcaladı bu mevzu ama geçti atlattım. Sinir olup onu gördükçe gıcık ta olmamaya karar verdim. Herkes hayatta karakterini yaşıyor değişmez şeyleri fazla zorlamamak gerek.
Ama bu dönem bu günler öyle böyle geçecek geriye yapılan iyilik ya da kötülük kalacak.
Yine de çocuğu olmayan biri olduğu için belki bu durumu kullandığımı düşünmüş olabilir diyorum. Anne baba olmayan anlayamaz.
İşte bunlardan sonra etüt çalışması da yapmayarak erkenden çocuğumun yanına gelme kararı aldım. Okul çıkışları artık oğluşumla bol bol gezmeyi planlıyorum nasipse.
İyi haberlerle görüşmek üzere.....




11 Şubat 2009 Çarşamba

İYİKİ DOĞDUN YAVRU KUŞ


































8 Şubat 2007, 12:20…
Dünyama bir güneş doğdu…
Hayatıma gökkuşağının en güzel renkleri demet demet serpildi..
Gözlerim güzelin en güzelini gördü.
Ellerim yumuşağın en yumuşağına dokundu..
Kalbim doyasıya sevmenin tadını aldı..
Gerçekten sevmek buymuş dedi yüreğim..
Geceleri sabaha kadar uykusuzca izledim izledim;
doymadım daha bak dedi gözlerim.
Kokladım kokladım içine çek; derin derin içine çek dedi ciğerim..
Ohhh mis bu mis.. mis gibi değil mis bu..
Göğsüme alıp nefesini dinledim.
Bir an duracak diye korkular doldu içime.
Sanki yorulacakmış gibi geldi nefes alırken.
Yapabilsem dedim onun yerine ben nefes alabilsem.
O yorulmasa..
Minicik ellerine dokundum.
Avcumun içine aldım.
Bütün gücümü onun ellerine bırakmak istedim.
Ağladığı ilk an daha canımı vermek istedim.
Ah yavrum ah yavrum diye kıvrandım onun ağlamasıyla..
O gül gibi dudaklarıyla tebessüm edince bulutların üstündeydim.
O nasıl bir gülüş.
O nasıl bir tad.
Nasıl bir mucize…
Hayat buymuş meğer..
Dünya buymuş..
Annelik buymuş…
Canımdan bir can doğdu..
Yavrum oldu..
BURAK İSMAİL’ im doğdu..
Yaşamaya yıllar yetmez,ömür yetmez, anlatmaya kelimeler yetmez...
Yavrum İYİ Kİ DOĞDUN, İYİ Kİ VARSIN, İYİ Kİ BENİM OĞLUMSUN.
Nice güzel seneler birlikte sağlıkla huzurla geçsin...